Malatya’daki 50 Kilise ve Zirve Yayınevi Cinayeti / Sibel Hürtaş

SİBEL HÜRTAŞ

Türkiye tarihi, faili meçhul siyasi cinayetlerin tarihidir. Sabahattin Ali’den Uğur Mumcu’ya, Musa Anter’den Doğu ve Güneydoğu’da işlenmiş sayısız cinayete kadar… 2000’li yıllarda ise başka bir fenomenle karşı karşıya kaldık. Trabzon’da Rahip Santoro, İstanbul’da Hrant Dink, Malatya’da misyonerler birbirlerine tornadan çıkmışçasına benzeyen katiller tarafından öldürülüyor ve katiller cinayetten hemen sonra yakalanıveriyorlardı. Bir bakıma cinayetler ‘faili meçhul’ olmaktan çıkıp ‘faili belli’ cinayetlere dönüşüyordu. Peki failler yakalanınca bu cinayetler faili meçhul olmaktan çıkmışlar mıydı? İsterseniz bu sorunun yanıtı için Malatya Zirve Yayınevi cinayetini mercek altına alalım.

(Yazıda geçen bilgiler Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan Zirve katliamı iddianamesi ve duruşma tutanaklarından derlenmiştir.)

Malatya’da faaliyet gösteren Zirve Yayınevi çalışanları Necati Aydın, Uğur Yüksel ve Tilman Geske, 18 Nisan 2007 tarihinde öldürüldüler. Ancak cinayete giden kanlı yolun taşları biraz daha eskide, 2004-2005 yılında örülmeye başlandı. Bu dönemde birden bire kurulan onlarca dernek, eylemleriyle Hıristiyanları hedef gösteriyor, Parlamento’da misyonerlik tartışılıyor, Hıristiyanlar gözaltına alınıp tutuklanıyor, kilise vakıfları hakkında kapatma davaları açılıyor, MGK ‘misyonerlik tehdidini’ birinci sırada gündemine alıyor, Türkiye bu sözde tehditle sallanıyordu.

Bu fotoğraftan Malatya da payını aldı. Hıristiyanlık karşıtı paneller düzenleniyor, el ilanları dağıtılıyor, kentte yaşayan topu topu 5 Hıristiyan hedef gösteriliyordu. Bu havayı anlayabilmek için bir anekdot aktaralım. 17 Aralık 2005’te Hıristiyan Kayra Yayınevi’ne (sonradan Zirve Yayınevi adını aldı) İstanbul’daki başka bir yayınevinden kargoyla İncil gönderildi. Kitapları taşıyan kamyon henüz kargo şirketi önüne varmadan burada toplanan kalabalık tekbir getirerek kitapların kamyondan indirilmesini engelledi. Kamyon geri gönderilirken yayınevinin sahibi Martin De Lange, bu tehlikeli yaklaşıma karşı uyarıcı bir basın açıklaması yaptı. Ancak bu uyarı kendisine yönelik tehdit ve takiplerle yanıt buldu. Ve 2006’da Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı.

18 Nisan 2007’de ise Malatya’da uzun süreden beri ekilmekte olan kin tohumları kanlı meyvelerini verdi. Emre Günaydın ve dört arkadaşı Zirve Yayınevi’ne misafir gibi gelerek, o anda yayın evinde bulunan Necati Aydın, Tilman Geske ve Uğur Yüksel’i saatlerce işkence ettikten sonra boğazlarını keserek öldürdüler.

Emre Günaydın kaçmaya çalışırken balkondan atladı ve hastaneye kaldırıldı. Hastanedeki süre ve ifadesi kameraya alındı. Ancak kayıtların ilk 10 günü imha edilince bu ifade ve ziyaret bilgileri silindi. Doldurulan 52 kasetten 42’si de yasal süre içinde Savcılığa ulaştırılmadığı için kabul edilmedi. Emre hastaneden çıktığı 18 Mayıs’ta Emniyet’te ikinci kez ifade verdi. Bülent Varol Aral ve Ruhi Abat’tan etkilendiğini, Malatya’da 49-50 ev kilisesinin bulunduğunu ve Hıristiyanlara kızdığı için cinayeti işlediğini söyledi. Sonra ortaya çıkan belgeler, Günaydın’ın verdiği rakamlar ve etkilendiğini söylediği kişilerin hiçbirinin tesadüf olmadığını gösterecekti.

Şimdi 2006’ya geri dönelim. Martin De Lange, ülkeyi terk etmeden önce Veysel Şahin isimli biri tarafından tehdit edilmişti. Şahin, tehdit emrini dönemin Malatya İl Jandarma Komutanı Mehmet Ülger’den aldığını söyledi. Ülger, 2006 yılının Ocak ayında Malatya’ya tayin olmuş, gelir gelmez Hıristiyanlara yönelik büyük takip başlatmıştı.

Hıristiyanlara Büyük Takip

Ülger, her ay düzenli yapılan ve MİT, Jandarma ve Emniyet yetkililerinin katıldığı İl Asayiş Toplantıları’nda Hıristiyanlarla ilgili ayrıntılı bilgiler veriyordu. Peki bu bilgilere nasıl ulaşmıştı? Soruşturma dosyasına giren belgeler, Jandarma’nın hemen hemen her yere haber elemanı yerleştirdiğini gösteriyor. Buna göre Hıristiyanların düzenledikleri tüm etkinlikler takip edilmişti. Haber elemanları, bu etkinliklerde çalınan enstrümanlardan okunan şarkılara kadar ayrıntılı takip fişleri oluşturarak Jandarma’ya bildirmiş, karşılığında da tutanakla 100 TL’den 1000 TL’ye değişen ücretler almışlardı. Uzaktan izleyen değil, Hıristiyanlar içine yerleştirilen haber elemanları da vardı. Hıristiyanlarla ilişkide bulunan ve bir dönem yayınevinde çalışan Levent Ercan Gelegen bunlardan sadece biriydi. Jandarma, bu haber elemanları sayesinde Hıristiyanların evleri ve işyerlerinin içinde olup biteni dahi öğrenebiliyordu. Haber elemanlarına verilen paralar, örtülü ödenekten harcandı ve bu paranın ne kadar olduğu hala ortaya çıkarılamadı. Aynı süreçte Jandarma’nın başvurusuyla tüm Hıristiyanların telefonları dinlemeye alındı. Hıristiyanlar işte böyle büyük bir takip sürerken öldürüldü.

Abartılmış Sayılar, Uydurulmuş Kurumlar

Jandarma’daki hareketlilik bununla sınırlı değildi. Dışarıda takip sürerken, içeride sürekli toplantı yapılıyordu. İl Jandarma Komutanı Mehmet Ülger, yardımcıları Mehmet Çolak ve Haydar Yeşil ile Hıristiyanlık karşıtı panellerin önde gelen isimlerinden İnönü Üniversitesi öğretim üyesi Ruhi Abat ve Mersin’de yaşayan eski papaz İlker Çınar’ın yer aldığı toplantıların gündemi Zirve Yayınevi’ydi. Toplantılarda yer almayan ancak Ülger ile ilişkisi bulunan bir diğer isim ise Varol Bülent Aral’dı. Mahkemedeki ifadelere bakılırsa, bu toplantıların konusu ‘yukarıdan gelen bir talimat üzerine misyonerlere yönelik bir korkutma eylemi hazırlığı’ idi.

Bu toplantılarda ayrıca Kayseri Bölge Komutanlığı’nda verilecek bir brifing için de hazırlıklar yapılıyordu. Bu brifing için Hıristiyan olanların sayısının son üç yılda 47’den 2500’e yükseldiği ve kentte 50 ev kilisesinin bulunduğu yönünde sahte bir rapor hazırlandı. Jandarmanın Malatya’daki kiliselere ilişkin sahte raporunda belirttiği kilise sayısıyla Emre Günaydın’ın yakalandıktan sonra söylediği kilise sayısı arasındaki paralelliğe dikkatinizi çekmek isterim. Toplantıda ayrıca Kürdistan Hıristiyan Birliği-GÖK Kuzey Kürdistan 4. Konsorsiyum Memorandumu gibi oluşumlar uyduruldu. Malatya İl Jandarma Komutanlığı’nın Kayseri için hazırladığı bilgilerin bu denli abartılı olması, askerlerin üstlerini de yanıltmak için büyük bir çaba sarf ettiğini kanıtlıyor. Bu çaba, Hıristiyanlara yönelik emirleri üstlerinden değil de paralel başka bir yapıdan aldıklarını gösteriyor.

Zirve Yayınevi Cinayetine Giden Yolda İlk Temas

Bahsedilen korkutma eylemi için de hazırlıklar başlamıştı. Eylemci, Emre Günaydın isimli bir genç olacaktı. Emre Günaydın liseyi bitirmiş, üniversiteye hazırlanan 19 yaşında bir gençti. Babası hem İnönü Üniversitesi’nde memur hem de Malatya’da spor salonu sahibiydi. Emre Günaydın, aynı üniversitede öğretim üyesi olan Ruhi Abat ile işte bu spor salonunda tanışmıştı. Emre Günaydın ile temasa geçen diğer isim ise Günaydın’ın bir süre çalıştığı yerel gazetede tanıştığı Varol Bülent Aral’dı.

Emre Günaydın önce ikna edildi, ardından 24 Aralık 2006’da Hıristiyanların bir etkinliğini izlemesi için görevlendirildi. Ardından İhlas Öğrenci Yurdu’na kayıt yaptırdı ve arkadaşları Salih Gürler, Hamit Çeker, Cuma Özdemir ve Abuzer Yıldırım’ı da plana dahil etti. Daha sonra Hıristiyanlarla temas kurmak için internetteki chat odalarından birine girdi. Buradaki insanlara telefonunu verip kendisiyle iletişime geçmelerini bekledi. Kısa süre sonra, Necati Aydın, Emre Günaydın’a bir mesaj attı. İki kez buluştular ve Hıristiyanlık üzerine sohbetler ettiler. Son buluşmaları ise 18 Nisan’da olacaktı.

Emre Günaydın ve arkadaşları, 17 Nisan’da araba kiralayıp kuru sıkı tabanca, bıçak, çamaşır ipi aldı. Kuru sıkı tabancalarını boş bir alanda denediler. Gelen şikayet üzerine polis onları yolda durdurdu, ancak tabancalarına el koymakla yetindi. Emre Günaydın gece bir kuru sıkı tabanca daha buldu. Tarihler 18 Nisan 2007’yi gösterdiğinde beşi kiraladıkları araba ile yayınevine gitti. Yayınevine önce Emre girdi, ardından arkadaşları. Saatler sonra, polis yayınevine geldiğinde gördüğü manzara korkunçtu: Thilman Geske 16, Uğur Yüksel 14 bıçak darbesiyle öldürülmüş, Necati Aydın önce çamaşır ipiyle boğulmaya çalışılıp ardından 16 bıçak darbesiyle öldürülmüştü.

Hurşit Tolon da Sanık

Malatya İl Jandarma Komutanı Mehmet Ülger de polisle aynı anda olay yerine gelmişti. Savcı İsmail Aksoy’un hazırladığı ikinci iddianameye göre, Mehmet Ülger’in olay yerine bu kadar çabuk gelmesi tesadüf değildi. İl Jandarma Komutanlığı bir süre önce Gökhan Talas’ın telefonunu dinlemeye almıştı. Gökhan Talas, cinayet sırasında yayınevine gelmiş ve kapının açılmamasından şüphelenerek polisi aramıştı. Jandarma, polisin aranmasından böylece haberdar olmuştu. Bu sırada yayınevi yakınlarında bulunan Mehmet Ülger’in de telefonu çalmış, Ülger “Emredersiniz komutanım” diye açtığı telefondan sonra, soluğu olay yerinde almıştı. İddianameye göre, Ülger’e telefon açan kişinin o gün bir panel için kentte bulunan eski 2. Ordu Komutanı Hurşit Tolon olma olasılığı yüksekti.

Cenazeler 20 Nisan’da toprağa verildi. İşin ilginç yanı Jandarma’nın takibi cenazeler toprağa verilirken dahi sürdü. İl Jandarma Komutanlığı cenaze boyu yaptığı takibi anlattığı bilgi formlarını, Jandarma Genel Komutanlığı, Kayseri Jandarma Bölge Komutanlığı ve 2. Ordu Komutanlığı’na faksla ulaştırdı. Dahası öldürülen Tilman Geske’nin eşi Suzanne Geske ile ailelerin avukatı Orhan Kemal Cengiz’in telefonları da cinayetlerden sonra dinlemeye alındı.

Cinayetten sonra Emre Günaydın hastaneye kaldırıldı, arkadaşları ise Emniyet’e götürüldü. Emniyet’e götürülen Abuzer Yıldırım, önce cebinden çıkardığı bir flash diski polislere verdi. O disk, İl Jandarma Komutanlığı tarafından hazırlanan ve uydurma oluşumlar ile hikayelerin anlatıldığı diskti. Bu, cinayet sonrası dezenformasyon faaliyetlerinin ilk adımıydı.

Malatya Başsavcılığı’nın 7 ay sonra hazırladığı ilk iddianamede ise beş gencin Hıristiyanlara yönelik öfkesi nedeniyle cinayeti işledikleri öne sürüldü. İddianameye ait 31 ek klasörün ise 16’sında misyoner faaliyetler işlendi. Bu dosyalar da Malatya İl Jandarma Komutanlığı tarafından hazırlanarak Savcılığa gönderilmiş, dezenformasyon faaliyetleri böylece devam etmişti.

Avukatlara Tehdit ve Takip

Savcılığa kadar etki eden uydurma dosyalar, dinlenen telefonlar ve vahşi katliamları bir anlık öfkeyle açıklanan 5 genç… Malatya davası işte böyle bir havada başladı. İlk duruşma öncesi avukatların kendi aralarında yaptıkları telefon konuşmaları yerel basına servis edildi. İlk duruşmaya gelen avukatlar, kentte kendilerini hedef gösteren gazete haberleri ile karşılaştı. Bu tutum duruşma sonrası da devam etti. Avukat Orhan Kemal Cengiz, uzun süre tehdit aldı. Uluslararası Af Örgütü’nün acil eylem çağrısında bulunduğu bu olay sonrasında kendisine yakın koruma verildi. Ancak tehditler, gizemli mektuplar ve telefon dinlemelerinin sonu gelmedi.

Davadan tam 5 yıl sonra ‘Deniz Uygar’ takma isimli bir gizli tanık önce Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara ardından Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına ifade vererek, cinayetle ilgili bildiklerini anlattı. Bu kişi aslında Komutanlıktaki toplantılara katılan İlker Çınar’dı. Bu ifadeler üzerine ikinci iddianame hazırlandı. İddianamede, yukarıda anlattığımız olaylar ve bağlantılar tek tek tespit edildi. Mehmet Ülger, Mehmet Çolak, Haydar Yeşil, Ruhi Abat, Levent Ercan Gelegen, Bülent Varol Aral, İlker Çınar ve Hurşit Tolon, Malatya cinayetini azmettirme suçlaması ile yargılanmaya başladı.

Ancak yine de cinayetin arkasındaki buzdağı tam olarak çözülmüş değil. Mahkeme, 6 Kasım 2013 tarihli 90. duruşmada bu buzdağının ortaya çıkabilmesi için bazı belgeleri talep etti. O belgeler arasında Türkiye’nin daha önce adını hiç duymadığı Türkiye Ulusal Strateji ve Harekat Dairesi de (TUSHAD) vardı. Faili Belli için yazacağım bir sonraki yazıda TUSHAD bağlantısını irdeleyeceğim.

Yayınlanma tarihi

21 November 2013

Kategori Listesi

Etiket Listesi