12 Eylül 1980 Askeri Darbe Davası ve Hakikat Hakkı Mücadelesi

12 Eylül 1980 tarihli askeri darbeyi gerçekleştiren generallerin yargılanması ile ilgili süreçleri en son Haziran 2020 tarihinde yazmış ve kamuoyu ile paylaşmıştık.

Darbe davasında, sağ kalan darbecilerin yaşamını yitirmesi nedeni ile düşme kararı verilmişti. Yargıtay, verilen bu kararı onayarak davayı bitirdi.

Peki hakikat mücadelesi biter mi? Elbette bitmez. Hakikat hakkı çerçevesinde davayı bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesine taşıdık. Şimdi oradan gelecek kararı beklemekteyiz.

12 Eylül Davası’nda yaşananları bir kez daha hatırlatmanın cezasızlıkla mücadelede önemli olduğunu belirtmek isterim.

12 Eylül 1980 tarihinde, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları tarafından Türkiye tarihinin en kanlı askeri darbesi gerçekleştirilmiştir. İHD Genel Başkanı Nevzat Helvacı’nın 21 Eylül 1991’de Muğla’da bir panelde açıkladığı verilere göre 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren ve kendilerine Milli Güvenlik Konseyi adını veren generallerin 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında neden olduğu ihlaller şöyledir;

  • 650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,
  • 1 milyon 683 bin kişi, komünist, alevi, Kürt, dinci, şeriatçı denilerek fişlendi,
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,
  • 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi,
  • 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
  • Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 ASALA militanı),
  • İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi,
  • 500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
  • 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,
  • 388 bin kişiye pasaport verilmedi,
  • 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
  • 525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
  • 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,
  • 30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
  • 366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,
  • 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,
  • Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,
  • 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,
  • 14 kişi açlık grevinde öldü,
  • 16 kişi “kaçarken” vuruldu,
  • 95 kişi “çatışmada” öldü,
  • 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,
  • 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,
  • 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
  • Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
  • 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
  • Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
  • 31 gazeteci cezaevine girdi,
  • 300 gazeteci saldırıya uğradı,
  • 3 gazeteci silahla öldürüldü,
  • Gazeteler 300 gün yayın yapamadı,
  • 13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
  • 39 ton gazete ve dergi imha edildi,
  • Yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi. Sadece Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 113.607 kitap yakıldı. Yayınevi sahipleri gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü. İlhan Erdost işkence yapılarak öldürüldü.

Bu suçlardan önemli bir kısmı insanlığa karşı suçlar kategorisindedir.

Darbecilerin işledikleri darbe suçu ve insanlığa karşı suçlarla ilgili olarak Türkiye’de ilk olarak Adana Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu tarafından 28 Mart 2000 tarihinde iddianame hazırlanmıştır. Ancak Sacit Kayasu, o dönem HSYK kararı ile meslekten ihraç edilerek yargılamanın önüne geçilmiştir. 28 Kasım 2014 günü yaşamını yitiren Sayın Kayasu’yu minnetle anıyorum.

07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı kanunla 1982 Anayasasının çeşitli maddeleri değiştirilmiştir. Değişiklik ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.2010 gün ve 2010/49 E, 2010/87 K sayılı kısmi iptal kararı sonrasındaki hali ile Anayasa değişiklikleri halkoyuna sunulmuştur. Bu değişikliklerin 12 Eylül Davası’nı ilgilendiren kısmı geçici 15.maddenin yürürlükten kaldırılmasıdır. Geçici 15.madde şu hususları düzenlemekteydi. “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz. Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.”

12 Eylül 2010 Pazar günü yapılan halk oylaması sonucu Anayasa değişiklikleri halk tarafından kabul edilmiştir. Referandumun kabul edilmesi ile ilgili YSK’nın 851 sayılı kararı 24 Eylül 2010 günlü Resmi Gazete de yayınlanmıştır.

Başta insan hakları dernekleri (İHD, Mazlum Der) olmak üzere çok sayıda kişi referandumun kabul edilmesi ile birlikte 13 Eylül 2010 günü Ankara Adliyesine giderek, hayatta kalan darbeciler ile darbecilere yardım eden diğer yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır. Suç duyurusu dilekçeleri darbe yapma ile bu süreçte işlenen insanlığa karşı suçlar hakkında olmuştur. Suç duyurusu dilekçeleri Ankara Savcılığına verilmesine rağmen savcılık tarafından resen CMK 250.madde ile görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcı vekilliğine gönderilmiştir. Ankara Başsavcı vekilliğinin (CMK 250.madde ile görevli ve yetkili) 27.09.2010 tarih ve 2010/599 soruşturma nolu ve 2010/115 karar nolu kararı ile görevsizlik kararı verilmiş ve dosyanın normal Cumhuriyet Başsavcı vekilliğine gönderilmesine karar verilmiştir.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı suçlama konusunu göz önüne alarak dosyayı tekrar CMK 250.madde ile yetkili başsavcı vekilliğine göndermiştir. CMK 250.madde ile yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekilliğinin 03.01.2012 tarih ve 2012/2 E sayılı iddianamesi ile hayatta kalan darbeciler Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya hakkında eski TCK 146.maddeden kamu davası açılmış, suç tarihi olarak 12.01.1980 ile 12 Eylül 1980-06.12.1983  tarihleri arası esas alınmıştır. Dava açan iddianamede darbe öncesi süreç anlatılmış darbe öncesi süreçte işlenen ağır insan hakkı ihlallerine ve özellikle katliam diye tabir ettiğimiz insanlığa karşı suçlara yer verilmiş, 2 Ocak 1980 tarihinde Cumhurbaşkanına verilen muhtıraya yer verilmiş, darbe ve darbe sonrası süreçte TBMM Başkanlık divanı oluşuncaya kadarki süreçte işlenen olaylar anlatılarak sadece Anayasanın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan TBMM’yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek suçlamasına yer verilmiş, ayrıca insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili suçlamada bulunulmamıştır.

Suç duyurusu dilekçelerinde referandumla kabul edilen Anayasa değişikliği uyarınca 1982 Anayasası’nın geçici 15.maddesinin yürürlükten kaldırıldığı ve böylece Anayasal dokunulmazlığın sona erdiği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi insan hakları sistemi hatırlatılarak BM’nin 1973 yılında kabul ettiği savaş suçları ve insanlığa karşı suçları işleyen kişilerin cezalandırılması, sınır dışı edilmesi, tutuklanması ve belirlenmesinde uluslararası işbirliği ilkeleri uyarınca zaman aşımının işlemediği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra anayasal dokunulmazlık maddesinin ortadan kaldırılması ile birlikte dokunulmazlığın devam ettiği süre boyunca zaman aşımının kesildiği, dokunulmazlığın kalktığı tarihten itibaren zaman aşımı kuralının işlemeye başladığı kabul edilse bile 20 yıllık zaman aşımı süresinin geçmediği belirtilerek kamu davasının açılması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7.maddesinin 2.fıkrası hatırlatılmış ve BM’nin 1973 tarihli kararı ile birlikte ele alındığında zaman aşımı kuralının hiçbir şekilde uygulanamayacağına yer verilmiştir. Bütün bu ileri sürülen hukuksal gerekçeler savcılık tarafından da kabul edilmiş ve kamu davası zaman aşımı kuralına takılmadan açılmıştır.

13 Eylül 2010 tarihinde suç duyurusunda bulunulmasına karşın ve o tarihte sadece yaşayan iki darbecinin olmasına karşın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı kısa süre içerisinde yapmayıp, görevini ihmal etmiştir. Kamuoyu baskısı sonucu soruşturma 1 yıl 3,5 ay sonra tamamlanmış ve 13 Ocak 2012 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Davanın açıldığı Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250.madde ile görevli) iddianameyi incelemiş ve 10 Ocak 2012 tarihinde iddianameyi kabul etmiştir. Daha sonra 18 Ocak 2012 tarihinde dosya üzerinden tensip yaparak (duruşmaya hazırlık) ilk duruşma gününün 4 Nisan 2012 olmasına karar vermiştir.

Hayatta kalan darbeciler Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya, 4 Nisan 2012 günü duruşma salonuna getirilmeyip bulundukları hastane odalarında görüntülü ve sesli sistem(SEGBİS) vasıtası ile ifadeleri alınmıştır. Böylece darbeciler konforlu bir yargılama sistemine tabii tutulmuşlardır. Avukatların itirazları sonucu Ahmet Kenan Evren hakkında Adli Tıp Kurumu raporu ile hastanede hasta yatağında ifade vermesinin hukuka uygun olduğu şeklinde görüş verilmiş, Ali Tahsin Şahinkaya hakkında ise hastalığının sürekli hastanede yatmayı gerektiren bir hastalık olmadığına karar verilmesine rağmen mahkeme bu konuda aynı uygulamayı Ali Tahsin Şahinkaya için de yapmıştır. 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren darbecilerin yargılanmaları ile ilgili olarak en önemli ceza muhakemesi kuralı olan “yüz yüzelik” kuralı ihlal edilmiş, hukuk tarihine “konforlu yargılama” şeklinde geçebilecek kayırmacı bir yargılama biçimi yapılmıştır.

Darbecilerin gerek soruşturma aşamasında gerekse de kovuşturma aşamasında tutuklu yargılanmaları ile ilgili talepler sürekli reddedilmiştir. Bu konu ile ilgili önce üniversite hastanelerinin verdiği raporlar, daha sonra da Adli Tıp Kurumu raporları sanıkların tutuklanmasına engel teşkil etmiştir.

Sanıklar ile ilgili alınan tek adli kontrol tedbiri yurtdışına çıkış yasağı olmuştur. Sanıkların soruşturma aşamasında adliyeye getirilmemeleri, kovuşturma aşamasında mahkeme salonunda hazır bulundurulmamaları kamuoyunun 12 Eylül Davası’na olan ilgisini azaltmış ve kamuoyunda bu konuda adaletli bir yargılama yapılmayacağına dair kanaat oluşmasına sebep olmuştur. Çok daha az tehlikeli veya basit suçlarda sanıkların tutuklandığı ve duruşma salonlarında hazır bulundurulduğu, mutlaka tahliye edilmesi gereken ağır hasta mahpusların tutuklu yargılanmaları ve cezaevlerinde tutulmaları karşısında milyonlarca insana zarar vermiş ve en tehlikeli suç tipi ile yargılanan darbecilerin kayrılmış olması adalete olan güveni sarsmıştır.

Davada Müdahillik Sorunu

Yargılamayı yapan Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi(CMK 250. Madde ile görevli ve yetkili), dava açan iddianamede belirtilen gibi suç tarihini (02.01.1980 ile 06.12.1983) esas almıştır. Bu tarihler arası faaliyet gösterip, darbe hukuku uyarınca kapatılan veya zarar gören tüzel kişiliklerin müdahil olmasını benimsemiş ve bu kuruluşların taleplerini kabul etmiştir. Gerçek kişiler bakımından ise doğrudan doğruya zarar şartını ileri sürerek müdahilliğin kapsamını daraltmıştır. Bu nedenle fazla sayılmayacak sayıda kişinin müdahilliği kabul edilmiştir. Bu konu mahkemede etraflıca tartışılmış, müdahil olarak katılmak isteyenlerin hiç değil ise sıkıyönetimin başladığı 26 Kasım 1978 ile sıkıyönetimin sona erdiği 19 Temmuz 1987 tarihleri arasının esas alınması gerektiği şeklindeki mantıklı açıklamaları dikkate alınmamıştır. Ayrıca yargılamanın salt darbe yapmakla sınırlandırılmış olması nedeni ile de insanlığa karşı suçlar sonucu mağdur olmuş kişilerin davaya müdahillikleri konusu da önemsiz kalmıştır. Bu konu ile ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başta olmak üzere Türkiye’nin değişik il ve ilçelerinde yapılan suç duyuruları üzerine açılan soruşturmaların akıbetini ise aşağıda açıklayacağım.

Davaya müdahilliğin dar tutulmasına rağmen başta TBMM olmak üzere Başbakanlık ve dönemin siyasi partileri ile kitle örgütlerinin müdahil olması davaya olan ilgiyi artırmamıştır. Sadece basın ve yayın kuruluşları ilgi göstermiş, her duruşmaya gelen kayıp yakınları, işkence mağdurları ile insan hakları örgütleri ve 78’lilerin kurduğu dernekler davanın yakından takipçileri olmuştur. Mahkeme, İHD’yi kurulduğu tarih itibarı ile davaya müdahil edilmemiş ancak dernek başkanı olan avukat Öztürk Türkdoğan’ı İHD Genel Başkanı olarak kayıtlara geçirerek bu durumu gidermeye çalışmıştır. Mahkeme kararından da anlaşılacağı gibi müdahil vekilleri de sınırlı sayıda olarak bu davayı baştan sona kadar titizlikle sürdürmüş, sanıkların cezalandırılması konusunda ısrarcı olmuşlardır. Davada sadece Diyarbakır, Muğla ve Mersin Barolarının müdahil olması, darbe hukuku ve darbecilerle mücadelede Türkiye hukuk dünyasının ne kadar yetersiz kaldığını göstermiştir.

Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmaması Sorunu

Darbecilerin yargılanması ile ilgili olarak soruşturma aşaması 13 Eylül 2010 ile 13 Ocak 2012 tarihleri arasında uzun tutulmuş, kovuşturma aşaması 10 Ocak 2012’de başlamış, ilk duruşma 4 Nisan 2012’de yapılmış, son karar duruşması  18 Haziran 2014’te mahkumiyet ile sonuçlandırılmıştır. Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi 2014/137 Esas, 2014/181 Karar sayılı ve 18 Haziran 2014 tarihli kararı ile darbecileri 765 sayılı TCK’nın 146. Maddesi ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırmış, takdiri indirim maddesini uygulayarak müebbet hapis cezası vermiş, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 30 ve 31. Maddelerinin uygulanmasına karar vermiştir.

Yargılama esnasında mahkeme değişikliği olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisinde 21/02/2014 tarihinde kabul edilen ve 06/03/2014 tarih 28933 (mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 Sayılı Kanunun 1. Maddesi ile 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununa Geçici 14. Madde eklenmiştir. Geçici 14. Maddenin 1 – 4. Maddelerinde;

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanunun Geçici 2.nci maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemeleri ile bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10.ncu maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri kaldırılmıştır.

6352 Sayılı Kanunun Geçici 2. Maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemelerinde ve bu kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10. Maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinde derdest bulunan dosyalar bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredilir. ” Şeklinde düzenleme getirilmiştir.

Bu kanun uyarınca Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi kapatıldığından, dava dosyası yapılan tevzi sonucu Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ve yargılama orada sürdürülmüş ve yukarıda belirtildiği gibi mahkumiyet kararı verilmiştir.

Yargıtay Aşaması(1. Kere)

Türkiye tarihinin en önemli davalarından olan 12 Eylül Davası’nda mahkumiyet kararı verilmişti. Darbeci sanıkların yaşı ilerlemiş ve ağır kronik hastalıkları vardı. Bu durumda hızlı hareket edilmesi gerekirdi. Ancak, soruşturma aşamasındaki gibi sanıklara zaman kazandırılmış ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnameyi ancak darbeci sanıklar öldükten sonra 03.09.2015 tarihinde hazırlamıştı. Tebliğnamede, davanın zamanaşımından dolayı bozulması ve darbeci sanıklar öldüğü için sonuçta davanın düşürülmesi talep edilmişti.

Tebliğnameye karşı müdahil vekilleri olarak bizler karşı beyanlarımızı süresi içinde(10 gün) Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne bildirdik. Özetle, davanın düşürülemeyeceğini, zamanaşımının uygulanamayacağını, maddi menfaat ilişkileri nedeni ile davanın devam ettirilerek onama kararı verilmesini talep etmiştik. Yargıtay’ın 5237 sayılı TCK’nın 64/1. Maddesi uyarınca hükümle ilgili onama kararı vermesini ve böylece kararı kesinleştirerek, ancak sanıklar öldüğünden sanıklar bakımından düşme kararı vererek dosyayı kapatmasını etraflıca anlatmıştık. Dilekçelerimizde, AİHS 7/2. Maddesine atıf yaparak, Türkiye tarihinde ilk kez en kanlı darbenin darbecilerinin kesin hükümle mahkum olduğu yeni bir hukuksal durumun ortaya çıkacağını ifade etmiştik. Bu hukuksal durumdan sadece Türkiye değil dünya kamuoyu olumlu yönde etkileneceğini belirtmiştik. Bizzat şahsım bu düşünceleri, Yargıtay 16. Ceza Dairesi Başkanı’na anlatmıştım.

Darbeci sanıklardan Ahmet Kenan Evren 09.05.2015 tarihinde, Ali Tahsin Şahinkaya ise 09.07.2015 tarihinde yaşamını yitirmiştir.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 2015/5829 E, 2016/4175 K sayılı ve 21.06.2016 tarihli kararı ile Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin mahkumiyet kararını bozmuştur. Bozma gerekçesi Anayasanın 83.maddesinde düzenlenen yasama dokunulmazlığı ile geçici 15.maddenin aynı imkanın sağladığı görüşünün isabetli olmadığını dolayısıyla zaman aşımının duracağına dair Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi görüşünün doğru olmadığını belirtip suçun zaman aşım süresinin dolduğunu tespit etmiştir. Bu karar kanaatimizce devletin cezasızlık politikasının Yargıtay nezdinde sürdürülmesinden ibarettir. Hukuki bir görüş değildir. Ayrıca Yargıtay 16. Ceza Dairesi sanıkların ölmüş olduğunu belirtip ayrıca davanın düşmesi gerektiğini de belirtmiştir. Bu nedenle kararı bozmuştur.

Yargıtay’ın Bozma Kararı Üzerine Yeniden Yargılama Süreci(2. Kere)

Yargıtay’ın bozma kararı üzerine Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargılama yapılmış ve toplamda 2 celse sonra karar verilmiştir. Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2016/330 Esas, 2017/127 Karar sayılı ve 04.05.2017 tarihli kararı ile Yargıtay’ın bozma kararına uyulmuş, sanıkların ölmesi nedeni ile TCK 64/1 ve CMK 223/8 maddeleri uyarınca davanın düşmesine karar verilmiştir. Ayrıca sanıklar hakkında niteliği itibari ile müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler yönünden müsadere kararı verilmesine yer olmadığına, 1632 sayılı Askeri Ceza  Kanununun 30. ve 31.maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına ve yargılama giderlerinin devlet hazinesi üzerine bırakılmasına karar verilmiştir.

Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı vermeden önce müdahiller ve müştekiler ile vekilleri beyanda bulunarak sanıklar ölmüş olsa bile davanın devam ettirilmesi gerektiğini, Yargıtay’ın bozma kararının hukuka aykırı olduğunu, kamu davasının 5237 sayılı TCK’nın 64.maddesinin 1. Fıkrasının 2.cümlesi uyarınca maddi menfaat hususu yönünden devamının zorunlu olduğu bahisle yargılamanın sürdürülmesini talep etmişlerdir. Ayrıca AİHS’in 7/2 maddesi uyarınca darbe gibi oldukça ağır bir suçun cezasız kalmaması için istisna hali gözetilerek yargılamanın sürdürülebileceği ifade edilmiştir. Ancak devletin cezasızlık politikası burada da karşımıza çıkmış ve maalesef Ankara 10 Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararına uygun karar vermiştir.

Yeniden Temyiz Aşaması (2. Kere)

Davaya müdahil olanlar, müştekiler ile vekilleri Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu kararını temyiz etmişlerdir. En azından ben şahsen vekili olduğum müdahiller adına bu kararı temyiz ettim. Dava dosyası Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 01.10.2018 tarihli 2018/3024 E, 2018/2935 K sayılı kararı ile bozulmuştur. Karar gerekçesinde, eski ve yeni TCK hükümlerinden lehte olan yazılması gerekir tarzında usulden bozma kararı verilmiştir.

Üçüncü Kez Yargılama Aşaması

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin usulden bozma kararı üzerine Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde üçüncü kez yargılama yapıldı. Bu yargılamaya ölmüş sanıkların vekilleri veya yasal mirasçıları katılmadı. Yargılama esnasında müdahil vekilleri olarak AİHS 7/2. Madde uyarınca sanıklar ölmüş olsa bile ceza hükmü kurulması gerektiği belirtilmiş, sanıklar ölmüş olsa bile 1632 sayılı yasanın 30. ve 31. maddeleri uyarınca karar verilerek rütbelerinin geri alınması, sanıklar ölmüş olsa bile müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler bakımından karar verilebileceği belirtilerek, talepler ayrı ayrı yapılmıştır.

Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12.04.2019 tarihli, 2018/621 Esas, 2019/152 Karar sayılı kararı ile sanıkların ölmüş olması nedeni ile kamu davasının ortadan kaldırılmasına, müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler bakımından karar verilmesine yer olmadığına ve 1632 sayılı yasanın 30 ve 31 maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

Ben ve diğer müdahil avukatlar bu kararı yeniden temyiz ettik.

Üçüncü Kez Yargıtay Aşaması

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu seferki tebliğnamesinde ölüm nedeni ile davanın düşme kararının onanması, ancak diğer iki karar bakımından bozulması istemiştir. Yargıtay Savcılığı bu sefer müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler bakımından, 1632 sayılı kanunun 30. ve 31. maddeleri bakımından verilen karar verilmesine yer olmadığına dair kararın bozulmasını talep etmiştir.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2020/1589 E sayılı dava dosyası üçüncü kez karar verilmeyi beklerken, bu Daire kapatıldı. Dava dosyası Yargıtay 3. Ceza Dairesine devredildi.

Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 21.04.2022 tarihli ve 2021/1903 Esas, 2022/2231 Karar sayılı kararı ile Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin düşme kararı onandı ve dava cezasızlıkla kapatıldı.

Anayasa Mahkemesi Süreci

Bu kararı öğrendiğimizde Diyarbakır Barosu, Ahmet Türk, Mikail Kırbayır ve Fatma Gülmez adına bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu ile 29.07.2022 tarihinde başvurduk. Avukat meslektaşlarımız diğer katılanlar adına da AYM’ye başvuru yaptılar. Şimdi Anayasa Mahkemesinden gelecek cevabı beklemekteyiz. Berfo Anne bu süreçte yaşamını yitirdiği için çocukları adına yargı sürecini devam ettirmekteyiz.

Bireysel başvuru gerekçemiz hakikat hakkı ve adalete erişim hakkı çerçevesinde olmuştur. Bu hususta Akademisyen Hülya Dinçer’in, doktora tezinden yararlanılmıştır.

Davanın Öneminin Yargı Tarafından Kavranmamış Olması

Türkiye’de cezasızlık politikası ve olgusu yargıda cezasızlık kültürü oluşmasına sebep olmuştur. Bu politika ve kültürün etkisi ile 12 Eylül darbecileri kısa süre içerisinde yargılanıp hak ettikleri cezaya çarptırılamamıştır. Davanın uzamasının cezasızlık politikası ve kültürü ile yakından ilişkili olduğunu özellikle belirtmek isterim.

İnsanlığa Karşı Suçlarda Cezasızlığın Sürdürülmesi Sorunu

Suç duyurusunda bulunan insan hakları örgütleri ve diğer kişiler suç duyurusu dilekçelerinde sadece darbe suçlamasını değil, insanlığa karşı suçlara yer vererek bu suçlardan da yargılama yapılmasını açıkça talep etmişlerdir. Darbecilerin yargılama başladıktan sonra konu ile ilgili olarak mahkemenin yapmış olduğu suç duyurusu ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında devam eden çeşitli soruşturmalar bulunmaktadır. Bu soruşturmalar birleştirilerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene karşı Suçlar Soruşturma Bürosunun 2011/154452 soruşturma nolu, 2016/55690 karar nolu  ve 08.09.2016 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ile kapatılmış ve darbeciler ile görevlendirdikleri kişilere insanlığa karşı suçlardan dolayı kamu davası açılmamıştır. Yapılan itirazlar sonuç vermemiştir. Suç duyurusu dilekçelerinde insanlığa karşı suçlar sıralanmış ve darbeciler tarafından siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenen işkence başta olmak üzere, gözaltında kaybetme, kasten öldürme, kasten yaralama, kişi hürriyetinden yoksun bırakma, zulüm yapma ve insanlığa karşı suçlarla bağlantılı olarak işlenen diğer suçlara yer verilmiştir.

12 Eylül döneminde işkenceye uğrayanların yaptıkları suç duyuruları üzerine açılan davalarda maalesef zaman aşımı kuralı işletilerek davalar düşürülmüş ve böylece işkenceciler cezasız bırakılmıştır. Örneğin Konya 3. Ağır ceza Mahkemesinin 2012/475 E, 2013/122 K sayılı ve 28.02.2013 tarihli kararı ile işkenceciler bakamından davanın zamanaşımından düşürülmesine karar verilmiştir.

12 Eylül darbe döneminin sistematik olarak en ağır işkence yöntemlerinin uygulandığı ve işkence ile Kürtlere asimilasyonun uygulanmak istendiği Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi’nde kalanların işkence nedeni ile yaptıkları suç duyuruları zamanaşımı nedeni ile takipsizlikle sonuçlanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2011/6268 Soruşturma numaralı, 2014/7701 Karar numaralı ve 30.05.2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına yapılan itirazlar Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin 2014/1532 Değişik İş Nolu ve 12.11.2014 tarihli kesin kararı ile red edilmiştir. Bu karara karşı Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu ile yapılan başvurularda halen bir karar verilmemiştir. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin Nurettin Yedigöl’ün 1981 yılında İstanbul’da zorla kaybedilmesi ile ilgili olarak vermiş olduğu karar oldukça talihsizdir. AYM’nin 14.01.2016 tarihli Resmi Gazete de yayınlanan 2013/1566 başvuru nolu kararında genel zaman aşımı süresine atıf yapılmış ve bu konu ile ilgili olarak zaman aşımı süresinin dolduğu belirtilmiştir.

12 Eylül askeri darbe döneminde insanlığa karşı suçların faillerinin yargı önüne çıkarılamaması, çıkarılanların ise zamanaşımı nedeni ile cezalandırılmaması Türkiye’de cezasızlığın sürdüğünün en önemli göstergelerindendir.

Berfo Ananın Çığlığının Unutulmaması

Darbecilerin işledikleri insanlığa karşı suçlar sonucunda başta gözaltında kayıplar olmak üzere idam edilenler, yaşam hakkı ihlaline uğrayanların aileleri ve işkence mağdurlarının yıllardır sürdürdükleri mücadelelerine saygı gösterilmemiştir. 12 Eylül Davası’nın sembolü Cumartesi Annesi olan Berfo Ana’dır. Berfo Kırbayır Ana’nın 104 yaşında duruşma salonunda Kenan Evren’e yakarışı (Kenan Evren elim yakandadır) asla unutulmayacaktır.

12 Eylül Davası Çok Önemli Bir Arşiv Oluşturdu

12 Eylül dava dosyasına Genel Kurmay, MİT, Başbakanlık, TBMM, MASAK gibi kamu kurum ve kuruluşlarından mahkeme ara kararlarına istinaden gönderilen belgeler birçok olayın aydınlatılması bakımından çok önemlidir. Bunun dışında mağdurların beyanları, dilekçeleri, talepleri, dosyaya sundukları belgeler çok önemlidir. Dava dosyasına sunulan basılı eserler yani kitap ve broşürler neredeyse en geniş 12 Eylül Kitaplığı seviyesindedir. Dava istediğimiz gibi sonuçlanmadı. Gelecekte geçmişle yüzleşme çalışmaları kapsamında başvurulacak önemli bir arşiv niteliğine büründü. Bu hususu özellikle belirtmek istedim.

12 Eylül Davasından Çıkardığımız Sonuçlar

Bu dava göstermiştir ki, Türkiye gerçek bir geçmişle yüzleşme ve hakikat sürecine girmeden adaleti tesis edemez. İHD Genel Başkanı olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dersim Soykırımı ile ilgili olarak “özürse özür diliyorum” şeklindeki yarım ağız özür dileme aşamasından sonra Türkiye’nin hangi alanlarda geçmişle yüzleşme sürecine girmesi gerektiğini ifade eden bir açıklama yapmış ve bunu TBMM’de grubu bulunan partilere göndermiştik (http://www.ihd.org.tr/dersim-soykirimi/).

Geçmişle yüzleşme, ceza adaleti ve onarıcı adalet bakımından bir zorunluluktur. 12 Eylül Davası’ndaki gibi geçmişle yüzleşme yapıyormuş gibi yapıp bunu mahkeme salonuna hapsetmeye kalktığınız anda siyasi konjonktüre göre yargı tutum almakta ve yargılamalar başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Oysa Türkiye Hükümeti’nin ve yargısının önünde dünya tarihine geçecek önemli bir yargılama fırsatı doğmuştu. Ancak Türkiye’nin temel sorunları çözülmediği ve devam ettiği için 12 Eylül Davası siyasi konjonktüre kurban edilmiştir. Dava önce sürüncemede bırakılmış, ardından cezasızlıkla sonuçlandırılmıştır.

Son söz; insan hakları savunucularının adalet ve hakikat arayışı asla bitmeyecektir.

Av. Öztürk Türkdoğan

İHD Eş Genel Başkanı

Not: Bu makale 2015, 2018, 2020 yıllarında güncellenerek yazılmış olup son güncelleme 12 Haziran 2022 tarihinde yapılmıştır.

Yayınlanma tarihi

23 October 2022

Kategori Listesi

Etiket Listesi