Altı Yırtılmış Poşet ve Adalet / Gökçer Tahincioğlu

MİLLİYET

Bu yazının, Adalet Yürüyüşü ile doğrudan bir ilgisi yok, sadece bugünü ilgilendirmiyor.

Kimin ne kadar haklı ve haksız olduğuyla ilgili büyük tartışmalara da göz kırpmıyor anlatılanlar.

Çok basit bir gerçekliğin arayışında bu yazı:

Adaletsizlik nedir?

Bazen kolay testlerle insanların yaklaşımlarını çözmek mümkün.

Diyelim ki bir çocuğun ölümüyle ilgili soruşturmada en önemli kanıt çalındı ve dosya zamanaşımıyla kapatıldı.

Çocuğun nereli olduğuna, nasıl öldüğüne bakarak tepkileriniz değişiyor mu?

Çocuğun, Filistinli ya da Fransız, Kürt ya da Amerikalı, Arap ya da Türk olması yanıtlarınızı değiştiriyor mu?

Ya da, “olur böyle şöyler mi?” diyorsunuz.

Ya da, “katiyen olmaz.”

İşte o yanıtlara göre anlaşılabilir adalet kavramı ile olan mesafeniz.

Ve mesafeniz ne olursa olsun, mesafeden biraz olsun rahatsızlık hissediyorsanız, adaletsizliğin ne olduğunu işaret edebilecek bir yerdesiniz.

***

Mahsum Mızrak (14) ve Enes Ata (8), 2006’da Diyarbakır’da hiçbir yerinde bulunmadıkları olaylar sırasında, başlarından gaz fişeğiyle vurularak öldürüldüler.

Mahsum Mızrak dışarı çıkmıştı ve evine dönemedi.

Enes Ata, ölen annesinin yerine anne bildiği teyzesinin evine gidiyordu.

Mahsum Mızrak, çok küçükken yaralanan, iz kalmış parmaklarından teşhis edilerek günler sonra morgta tesadüfen bulundu ve gece 02.00’de defnedildi.

Enes Ata’nın ölümünden ailesini haberdar ettiler.

Mahsum Mızrak’ı öldüren gaz fişeği, kafasında neredeyse bütün halindeydi, seri numaraları okunabilecek kadar bütün halde.

Enes Ata’yı öldüren gaz fişeği ise çocuğun kafasında derin bir tahribat yaratmıştı, seri numarası okunamıyordu üzerinde.

***

İki ölümle ilgili soruşturma ayrı ayrı yürütüldü.

Çok uzun uğraşlar sonunda, avukatların büyük çabasıyla dosya bir aşamaya geldi.

Mahsum Mızrak’ın ölümüyle ilgili olarak 3 polis hakkında dava açıldı, hangisinin gaz fişeğini ateşlediği ise bulunamamıştı.

Enes Ata soruşturması daha uzun sürdü.

O soruşturmada da o gün, olay yerinde gaz fişeği kullanan üç polisin aynı isimler olduğu anlaşıldı.

İkinci dava açıldı ve iki dava birleştirildi.

Üç sanıktan hangisinin ateş ettiği ise ancak fişeklerin balistik incelemesiyle çözülebilirdi.

Davalar birleştirilmeden önce bir haber geldi.

Bir kanıtın kaybolmaması için en güvenilir yer olan adli emanetten, Mahsum Mızrak’ın kafatasından çıkan gaz fişeği çalınmıştı.

Yerine de alay eder gibi bambaşka bir cisim konulmuştu.

Enes Ata davası birleştikten sonra nasılsa bir haber daha geldi.

Ata’nın başından çıkartılan gaz fişeği parçası da adli emanetten çalınmıştı.

Mahkeme, her iki olayla ilgili suç duyurusunda bulundu.

Yıllar geçti, yargının yapısı değişti, sonra yeniden yargının yapısı değişti ama sorumlular bir türlü bulunamadı.

***

Diyarbakır Başsavcılığı, sonunda aldı dosyaları önüne, araştırdı, soruşturdu.

Enes Ata için şu sonuca ulaştı:

“Enes Ata’dan çıkartılan gaz fişeğinin Mahsum Mızrak’ın otopsisi sırasında fotoğrafı çekilen gaz fişeğiyle benzer özelliklere sahip olduğu, sehven yanlış emanete alınmış olabileceği, fişeğin kayıp olmadığı, adli emanetin 2009/2221 sırasına kayıtlı olduğu…”

Savcılığa göre Ata’nın bedenin çıkan, yıllardır aranan gaz fişeği aslında kayıp değil.

Aslında bu tespite de gerek yoktu, zira Enes Ata’yla ilgili bu dosyada, 3 ay önce zaten zamanaşımı kararı verilmişti.

Mahsum Mızrak’ta da sonuç değişmedi ve geçtiğimiz günlerde karar çıktı:

“Mızrak’ın vücudundan çıkartılan gaz fişeğinin taşınma tadilat sırasında emanet poşetinin yırtılması sonucu kaybolmuş olabileceğine yönelik tutanak tutulduğu, emanet poşetinin de bulunması dikkate alındığında gaz fişeğinin kasten değiştirildiğine veya alındığında ilişkin herhangi bir delil bulunmadığı…”

Bulunan emanet poşetinin altının elbette yırtık olduğu görüldü.

Savcılık, bu durumda fişeğin çalınmış olamayacağına kanaat getirdiğinden bu suçtan işlem yapmadı.

Suçun sadece emanet memurlarının görevi kötüye kullanması olabileceğine işaret etti.

Savcılığa göre de bu suçla ilgili 8 yıllık zamanaşımı süresi dolmuştu, dosya kapatıldı.

***

Avukat Barış Yavuz, itiraz dilekçesinde, fişeğin 2011’de kaybolduğuna, buna göre 8 yıllık zamanaşımı süresinin dolamayacağına işaret ediyor.

Zamanaşımı süresinin hangi tarihten başlatıldığının bile belli olmadığına.

Ölümlerle ilgili davada sanık 3 polisin ve emanet memurlarının ifadesinin bile alınmadığını, ifade alınsaydı zamanaşımı kesileceğinden soruşturmanın yürütülebileceğini belirtiyor.

Bu polislerin şüpheli konumunda bile sayılmamasının hukuksuz olduğunu söylüyor.

İtiraz yakında karara bağlanacak.

Bu arada neler mi oldu?

AİHM, iki dosyada da Türkiye’yi yaşam hakkını ihlalden tazminata mahkum etti.

Tazminatı, halk ödeyecek, rücu edilebilecek sorumlu yok.

Savcı, AİHM’ye rağmen, üç polisin de beraatini istedi.

Muhtemel ki dava da böyle bitecek.

Fişekler kayboldu, soruşturuldu, zamanaşımıyla bitti.

Telsiz konuşmaları yok edildi, zaten böyle şeyler olabilirdi.

Enes Ata’nın kıyafetleri, mahkeme kararı olmaksızın imha edildi, mümkün, “hatadır.”

Çok bağırıp, en ağır ve büyük sözleri söyleyenlerin haklı sanıldığı coğrafyalarda olur.

Ve geriye, tüm dillerde ve tüm iklimlerde, büyük harflerle yüreklere kazılmış “adaletsizlik” kalır.

Yayınlanma tarihi

2 July 2017

Kategori Listesi

Etiket Listesi