‘Babamın Toplu Mezardan Çıkan Kemikleri Maneviyat Gerekçesiyle Verilmedi’

BBC

Diyarbakır Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde 31 Ocak 2009 tarihinde başlayan ve her cumartesi devam eden “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” eylemi 500’üncü haftasında.

20 Ağustos 2016 tarihine kadar Yaşam Hakkı Antı önünde, açık havada devam eden eylem, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmesinin ardından 393’üncü haftadan itibaren İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır şubesinde gerçekleşti.

OHAL’in sona ermesiyle aileler, yüz hafta sonra 493’üncü eylemi yeniden Koşuyolu Parkı’nda yapmaya başladı. Ancak aradan altı hafta geçtikten sonra eylem bu sefer Diyarbakır Valiliği’nin yasak engeline takıldı.

İki yıllık yasak kararından sonra aileler 500’üncü haftayı yine eski yerinde yani Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapmak istiyor, ancak Valilik kararına göre ikinci bir emre kadar bu etkinlik Diyarbakır il sınırları içindeki tüm açık alanlarda yasaklanmış durumda.

Son yasak ile ilgili İHD’de yapılan açıklamada Kayıp Yakınları Komisyonu adına Adnan Örhan kısa bir konuşma yaptı ve kararın yıllardır demokratik bir biçimde yakınlarının akıbetini öğrenmeye çalışan aileleri incittiğini ifade etti.

İnsan hakları savunucusu olmadan önce bu eyleme katılan onlarca kayıp yakınından biri olan Adnan Örhan, annesiyle birlikte defalarca Galatasaray Lisesi önünde gerçekleşen Cumartesi Anneleri etkinliğine de katılmış.

Kendi ifadesiyle kayıpların izinde büyümüş. Şimdi ise insan hakları savunucusu.

Babası gözaltına alındığında Adnan, 12 yaşında Lice Yatılı Bölge Ortaokulu birinci sınıfında öğrencisi olduğunu anlatıyor.

1994’de Kürtçe adı Zara olan Kulp’a bağlı Çağlayan Köyü’nün Adrok (Dereboyu) Mezrası yakıldıktan birkaç gün sonra babası, amcası ve amcasının oğlu gözaltına alındı ve bir daha kendilerinden haber alınamadı.

Adnan’ın babası Mehmet Selim Örhan, çiftçilik ve hayvancılık yaparak ailesinin geçindiriyormuş. Adnan, babasının resmi imam olmadığı zamanlarda köyde fahri imamlık yaptığını da söylüyor.

Selim Örhan’ın kardeşi Hasan da hayvancılık yaparak geçimini sağlıyormuş. Kaybolduğunda eşi dokuzuncu çocuğuna hamileymiş ve daha sonra doğan bebeğe de babasının adı verilmiş.

Selim ve Hasan’ın 17 yaşındaki yeğenleri Cezayir ise ilkokuldan sonra şehirde okuma imkanı olmayınca batı illerine giderek inşaatlarda çalışmaya başlamış. Her iki amcasıyla 24 Mayıs 1994’de gözlatına alındığında Kurban Bayramı’nı ailesiyle birlikte geçirmek üzere işinden izin alarak köyüne gelmiş.

Adnan, akrabalarının gözaltına alındığı günü şöyle anlatıyor:

“1994 yılında köyümüz yakıldı. Orayı terk etmemizi söylediler. Biz mezrada oturuyorduk ve Merkez Köy’ün hemen aşağısında bir karakolun karşısında kurduğumuz çadırlarda 15 gün boyunca kaldık. Babamlar daha sonra çadırları yakılan evlerimizin yanına kurdular. Bir hafta kaldıktan sonra tekrar askeri operasyon başladı. Babamı, amcamı, amcamın oğlunu gözaltına aldılar. Bir daha da haber alamadık.”

Gözaltında Örhan ailesiyle birlikte kaldığını söyleyen bir tanığın anlatımı ise ailenin yıllarca sürecek arayışının başlangıcı oldu.

Tanık, Örhanlar’ın, gözaltına alındıktan sonra, Adnan’ın okulu olan Lice Yatılı Bölge Okulu’na götürülüp burada 19 gün boyunca gözaltında tutulduğunu anlatmış.

Adnan, okulunun bir bölümünün askeriyenin kullanımına açılarak askeri kışla gibi kullanıldığını anımsatıyor ve okula devam ettiği dönemlerde o bölümden zaman zaman insan çığlıkları duyduklarını iddia ediyor:

“Çığlıklara anlam veremiyorduk ama öğrenciler arasında, okulun o bölümünde insanlara işkence yapıldığı iddiaları dolaşıyordu. Ben köye döndükten sonra aynı şeyler babamlara da yapıldı. Çünkü babamlar gözaltına alındıktan sonra Lice Yatılı Bölge Okulu’na götürülmüş. Gözaltındayken onları gören tanıklar var. Hasan amcamın oğlu da o dönem askerdeydi. Amcam kendisine işkence yapanlara “Benim oğlum da asker, Allah’tan korkmuyor musunuz bize bunları yapmaya” demiş, bundan sonra işkenceyi kesmişler.

“Bize bunları onlarla birlikte gözaltında kalan bir tanık anlattı. Tanık gözaltındayken tuvalete giderken koridorda amcamın oğlu Cezayir ile karşılaşmış, bunları anlatmış. Cezayir, kendilerine bir elbise giydirilip çekim yapılacağını ve çekimden sonra serbest bırakılacaklarının söylendiğini de aktarmış. Ama bir daha kimse onları görmedi.”

Akrabalarının kaybolmasından sonra Adnan bir daha Lice’deki okuluna gitmemiş.

Aile, gözaltına alınanlardan haber alınamayınca kayıplarını da aramaya başlamış.

Gözaltından üç hafta sonra Kulp’un Bağcılar Köyü’nde, sekiz kişiye ait yanmış cesetler bulunmuş. Bu haber üzerine Adnan’ın amcası ve akrabaları cesetleri görmek üzere köye gitmişler.

Cesetlerin tanınmaz halde olduğunu ve üstlerinde de PKK’lıların giydiğine benzer kıyafetler bulunduğunu anlatıyorlar.

Cesetlerden birinin üzerinde ise bir sigara kutusu bulunmuş ve akrabalardan biri bu kutunun Adnan’ın babası Selim’e ait olduğunu öne sürmüş. Anlatıma göre, Hasan ve Selim’in abisi de kardeşlerinin sivil kıyafetli olduğunu söylemiş.

Cesetler üç gün sonra köylülerin yardımıyla jandarma tarafından açılan bir çukura gömülmüş.

Ancak Adnan, anlatılan sigara kutusu hikayesinin hiçbir zaman unutmadığını söylüyor.

Ailenin 1996 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvuru 2003 yılında sonuçlandı ve kararda Türkiye, “yaşam hakkını” ihlal ettiği gerekçesiyle cezaya çarptırıldı.

2004 yılında, Kulp’taki kayıp Kudusi Adıgüzel’in ailesi, Bağcılar Köyü’ndeki toplu mezarın açılmasını ve DNA tespitinin yapılmasını istedi.

Mezar açıldı ve bazı kemikler gerekli testler için Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Temmuz 2004’te DNA testi sonuçlandı ancak mezarda Kudusi Adıgüzel’in bulunmadığı tespit edildi.

Bu haberin duyulmasının ardından Adnan da gerekli testlerin yapılması için savcılığa başvurdu ve kan verdi.

Yapılan testin sonucuna göre, mezardaki sekiz cesetten ikisinin Hasan ve Selim Örhan’a ait olduğu tespit edildi.

Mezardaki diğer kemikler ise, Örhanlar ile aynı tarihlerde gözaltına alınan Lice’nin Cimar Köyü’nden Bulut ailesinin fertleri Ekrem, Ramazan ve Ali Bulut’a ait çıktı.

O aileden de üçü kardeş beş kişi benzer tarihlerde gözaltına alınmıştı. DNA testinde Cezayir Örhan ile Fahri ve Mustafa Bulut’a ait herhangi bir eşleşme çıkmadı ve diğer üç cesedin kimlere ait olduğu da tespit edilemedi.

Ama Adnan Örhan, toplu mezarın usullere uygun şekilde açılmadığını savunuyor ve kuzenin kemiklerinin de aynı mezarda olduğuna inanıyor:

“Kudusi Adıgüzel’in ailesinin talebi üzerine savcılık talimatıyla askerler eşliğinde köylüler mezarı açıyor. Kazma kürekle biraz kazıp, ellerine gelen kemikleri topluyorlar, bir torbaya koyup Adli Tıp’a gönderiyorlar. Mezarı usulüne göre açmamışlar.”

Adnan Örhan, mezardaki tüm kemiklerin çıkartılmadığını da öne sürüyor.

Örhan’a göre, aynı mezarda usulüne uygun yeni bir kazıda kuzeni ve Bulut ailesinin iki ferdinin kemiklerinin çıkma ihtimali çok yüksek.

DNA testleri kesinleşince, Örhan ve Bulut ailesi, Kulp Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak yakınlarının kemiklerinin kendilerine teslim edilmesini istedi.

Ancak aileler uzun bir süre yanıt verilmedi. Daha sonra ise kemiklerin içinde olduğu torbanın kaybolduğu bilgisi verildi.

Aileler davacı oldu ve bu süreçte tüm kemiklerin tek bir torbaya konularak kimsesizler mezarlığında aynı mezara gömüldüğü ortaya çıkar.

Adnan Örhan, avukatı aracılığıyla savcılığa başvurdu. Bu olayın maneviyatları üzerinde yarattığı tahribatlara dikkati çekerek, “Ada Parsel 76″ numaralı mezara gömülen ve sekiz kişiye ait kemiklerin olduğu mezarın açılarak kemiklerin ayrıştırılıp ailelere verilmesini” talep etti.

Ancak savcılık bu talebi “Ailelerin maneviyatının daha fazla bozulmaması adına” reddetti.

Hasan Örhan, Selim Örhan, Ekrem Bulut, Ramazan Bulut ve Ali Bulut’un kemikleri, halen bir torbanın içinde ve üzerine yalnızca 76 numara yazan mezar içinde.

Adnan, Bulut ailesiyle zaman zaman mezarlık ziyareti sırasında karşılaştıklarını ve aynı mezara baktıklarını dile getirirken duygulanıyor.

Savcının “maneviyatlarını” gerekçe göstererek kemiklerin ayrıştırılması talebini reddetmesini de maneviyatlarını çok daha derinden sarstığını söylüyor.

Bu olayla birlikte hayatlarının altüst olduğunu anlatan Adnan, 103 yaşında ölen dedesinin son nefesine kadar çocuklarının adını sayıkladığını anlatıyor.

Babasını gözaltına alınırken, dönüp dönüp kendilerine son defa bakmasını ve geri dönmek istemesini ise hiç unutmadığını söylüyor:

“Geçmişten bugüne ancak ağırlıklı olarak 1990’larda bu cinayetler yaşandı ancak o zamandan bugüne hiçbir suçlunun cezalandırıldığını görmedik. Aileler çoğu zaman mahkemelere belge sundular, şahitler var dediler. Ama maalesef, hiç kimse cezalandırılmadı.”

Yayınlanma tarihi

8 September 2018

Kategori Listesi

Etiket Listesi