Dövülerek Öldürülenler: Erdost, Göktepe ve Korkmaz / Belma Akçura

BELMA AKÇURA

1990’lı yılların ortası… Radikal’de ajanslardan gelen haberleri tararken dövülerek öldürülen yaşlı bir adama ait haberle irkildim…

Adana’da karşıdan karşıya geçmek isteyen bir adam, ışığa rağmen geçmeye kalkan mercedes yüzünden ezilme tehlikesi geçirince, aracın içindeki delikanlılarla tartışır. Mercedes’ten üç kişi iner ve yaşlı adamı döve döve öldürürler…

Hala daha zihnimdedir; babaları yaşındaki bir adamın azarını, bir küçük tartışmayı, derin bir kâbusa çevirenlerin ülkesinde nasıl hastalıklı bir toplum olduğumuzun bundan daha iyi bir göstergesi olabilir mi? diye düşünürüm…

Öfkeyle, hınçla beslenen; döverek, tekmeleyerek, eziyet ederek öldürmenin bu toplumda nasıl bir anlam ifade ettiğini bilmiyorum ama bildiğim şu ki; devlet sistematik işkencelerle bu ülkede düşünen, yazan, çizen, sorgulayan insanları yıllarca böyle öldürdü. Linç kültürüyle beslenen vatandaşı da ‘gücünü’ ancak böyle bir devletten alabilir, alıyorlar da…

Nasıl mı?

Devletle Elele

postalÖrneğin 12 Eylül darbesinden hemen sonra cezaevindeki koğuşlara ‘arama’ gerekçesiyle girilir ve her gün belli aralıklarla insanlar bayıltılıncaya, ortalık kan revan oluncaya kadar dövülürlerdi…

12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra, yasak yayın basmak, bulundurmak iddiasıyla gözaltına alınan İlhan Erdost 7 Ekim 1980’de kardeşinin gözleri önünde önce koğuşta, sonra askeri aracın içerisinde erler tarafından dövülerek böyle öldürüldü.

Erdost’un öldürülmesiyle ilgili açılan davada o dönemin askerleri Astsubay Şükrü Bağ, Çavuş Ahmet Şeker, Erler Metin Gündoğan, İbrahim Keskin, Kısmet Çağlar yargılandı ve çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

Peki, bütün bu emirleri veren kimdi?

Raci Tetik…

12 Eylül’den sekiz yıl sonra 11 Eylül 1888’de dönemin Mamak Cezaevi’nden sorumlu komutanı Raci Tetik, işkence ve dayak olaylarıyla ilgili kendisiyle röportaj yapan Ahmet Kahraman’a dayak için kendisinin bizzat emir verdiğini belirtiyor. İnkâr etmiyor. Kardeşinin gözleri önünde dövülerek öldürülen İlhan Erdost’un dövülmesinde de dayak atan erlerin “sınırı aştığını” söylüyor. Bir şey daha diyor: Erdost’u dövenler “daha önce birçok eyleme katılan aşırı sağcı bir erle, acemi bir astsubayın işi”.

Sanıklardan Astsubay Şükrü Bağ hakkında Raci Tetik “verilen bütün emirleri eksiksiz yerine getiren bir subay” diye mahkemeye dilekçe verince Bağ 5 gün sonra tahliye oluyor.  Bağ’ın tahliyesi hem basından hem de kamuoyundan üç ay saklanıyor. Astsubay hakkında verilen 10 yıl 8 ay hapis cezası Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nca kesinleştiği halde, bir takım yeniden yargılama usullerini devreye sokuluyor; cezası oradan buradan kırpılıyor ve sonuçta 10 yıl 8 ay hapis cezası 6 ay hapis cezasına çevriliyor. Diğerleri de benzer cezalar alıyor ve dosya kapatılıyor.

Yıllar sonra BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder Darbe Komisyonun çalışmalarıyla ilgili basına verdiği bir açıklamada şöyle diyor: “Raci Tetik için kimsenin tanıklığına ihtiyaç yok bu komisyonda, benim bilfiil işkencecim. Sadece benim değil, Mamak zindanından geçen binlerce insanın işkencecisi. İki yoldaşımızın da ölümünden sorumlu… Onları sorarak başlayacağım. İlhan Erdost, Mustafa Yalçın. Bunların katledilmesinin birinci dereceden sorumlusudur Raci Tetik”

Tabi hafıza hepimizde sıfır… Oysa sadece insanlar Raci Tetik’in başında bulunduğu Mamak’ta; dayağı, işkenceyi, kafeslere sokulup nasıl eziyet edildiğini anlatmadı. Darbeden sekiz yıl sonra insanlar dövülerek işkenceyle öldürülüp sakat kaldıktan sonra Raci Tetik bu itirafları yaptığında kamuoyu sesini bile çıkartamadı. Raci Tetik bütün bu anlatılanları doğrulayarak bir de “talimatname” yi harfi harfine uyguladığını söyledi. Peki, Raci tetik emri kimden alıyordu? Talimatlar Genelkurmay’dan mı geliyordu sorusuna “Evet” dediğine göre… O da dönemin Ankara ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Genelkurmay Komutanı Recep Ergun’u işaret ediyordu…

Bir dönem böyle geçti… 33 yıl kimse onlara dokunamadan…

Polisle Elele

Dokunulmaz olduklarından emin olduklarında gelip tekrar size tekrar dokunuyorlar. Evrensel Muhabiri Metin Göktepe’ye dokundukları gibi…  Göktepe’de 8 Ocak 1996’da Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen iki tutuklunun cenaze törenini izlemek için sarı basın kartı olmadan gittiği Alibeyköy’de polislerce gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonu’nda dövülerek öldürüldü.

cop2Emniyet’ten İçişleri Bakanlığı’na,  savcılık makamından Adalet Bakanlığı’na kadar dönemin hemen bütün yetkilileri Göktepe’nin önce gözaltına alınmadığı konusunda ısrar etti, kamuoyu tepkisi oluşunca alındı ama bırakıldı dediler. Dövülmekten kafatası ve kemikleri kırılmış bedeni mosmor olmuş Göktepe için sonrasında daha da vahim açıklamalar yaptılar… Önce ‘Sandalyeden düşüp öldü’ dediler, kimseyi ikna edemeyince ‘duvardan düştü’ dediler… Kamuoyu biraz daha sesini yükseltince dönemin İçişleri Bakanı İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan sonunda önüne gelen rapora bakıp, dövülerek öldürüldüğünü “Metin Göktepe’nin annesi ve ailesi başta olmak üzere Türk basınından özür diliyorum” diyerek kabul etti.

Devlet yine de direndi…Bir yıl sonra dava açılabildi…

Dava il il dolaştırıldı, polisler önce görevden alındı sonra tekrar görevlerine iade edildi, sonra tekrar alındı, başka illere tayinleri çıkartıldı. Duruşmalardan birine sivil polisler silah soktu, adliye koridorlarında arbedeler yaşandı, gazeteciler tartaklandı,  49 polis hakkında fezleke hazırlandıysa da 11 polis üzerinden dava görüldü ve sonuçta bir hâkim görevden çekildi, polise tutuklama veren hakim sürüldü, 11 sanıktan beşi beraat etti, 7 yıl hapis cezası devlete ağır gelince dosya iki kez Yargıtay’a gitti ve Yargıtay kararına direnemeyen mahkeme sonunda 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla işi bağladı…

Yani; 33 yıl önce Erdost’u öldürenleri “6 ay hapis cezası” ile kamuoyunun gözünden kaçıranlar, Metin Göktepe’nin dövülerek öldürülmesini kamuoyundan saklayamaz hale gelince bu kez cezayı biraz da yükseltmek zorunda kaldılar… “1 yıl 8 ay” diyerek…

Devlet Tetikçisi Vatandaş

Erdost’un dövülerek öldürülmesinin üzerinden 33 yıl, Göktepe’nin öldürülmesinin üzerinden 18 yıl geçti, ancak devletin ideolojik aygıtlarının işlediği cinayetlerindeki ‘direnç’, değişmedi… Haliyle vicdanını karartmış devletle tetikçiliğe soyunanlar da…

fft81_mf19491032 Haziran 2013…Eskişehir’deki Gezi Parkı olayları sırasında Ali İsmail Korkmaz dövülerek öldürüldü. 38 gün komada kalan Korkmaz’ın öldürülmesi ile ilgili davada biri polis olmak üzere 5’i tutuklu sekiz kişi kasten adam öldürmekten ve bu suçu kolaylaştırmaktan yargılanıyor.

Olayın 23 görgü tanığı, 300 savunma avukatı ve aralarında sivil toplum örgütlerinin de olduğu binlerce takipçisi olunca tıpkı Metin Göktepe davasında olduğu gibi devlet aynı refleksleri göstererek davayı Eskişehir’den aldı, Kayseri’de yapılmasına karar verdi.

İddianamede “iyi stres attık” diyen sanıklara rağmen, devletin sanıkları ‘koruma’ refleksi değişmeyince haliyle karşı kamuoyunun tepkisi de giderek artıyor.

Kayseri Valiliğinin, dava için şehir dışından 38 otobüs ve 5 minibüsle 2 bin kişinin geldiğini açıklaması,

Ali İsmail Korkmaz’ın annesinin “Anne ağlama evlatların burada” diye karşılanması,

Fenerbahçe Ülker’in Anadolu Efes’i mağlup ettiği mücadelede tribünlerin hep bir ağızdan dakikalarca Ali İsmail Korkmaz için yazılan besteyi söylemesi,

Sosyal paylaşım sitelerinde binlerce insanın Ali İsmail Korkmaz davasının ‘takipçisi” olduğunu beyan etmesi gibi…

Davayı takip eden gazetecileri geçmiş de olduğu gibi bugün de istedikleri kadar tehdit etsinler, yargısıyla, polisiyle, siyasetçisiyle hangi oyunu sahnelerlerse sahnelesinler, davanın daha ilk duruşmasında linç kültürüyle beslenenlerin karşısına bu kez adaletten önce kamu vicdanı çıkmıştır.

Dövüldükten sonra hastaneye gittiğinde kas gevşetici verilen ve beyin kanamasıyla ölen Ali İsmail davasını elbette sistemli bir biçimde kapatma çabası içine girenler olacaktır, oluyor da…

Kamu Vicdanı Hepsine Karşı Elele…

Ama şunu unutmayalım:

aliismailkorkmazBugün 33 yıl önce insanların dövülerek öldürülmesinden sorumlu olan, yaptığı hiçbir şeyden pişmanlık duymadığını söyleyen Raci Tetik bir ‘huzurevinde’ gözlerini tavana dikmiş ölümü beklerken, 33 yıl önce öldürülen İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost Ali İsmail Korkmaz’ın davasının takipçisi olarak mahkeme salonunda bekliyor… Yanında Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe’nin okuduğu şiiri mırıldanarak….

“Öldü kardeşim/ Öldürdüler onu/ Akşamdı, hava tam kararmamıştı daha /Kan içindeydi, düşmüştü/ Akşamı görmek istemem artık/ Akşam kuşlarını görmek istemem/ Geceyi sesleyen yıldızın kımıltısını da/ Öldürdüler onu/ Döverek/ Bağırmadı bir kez olsun/ Ölüm mü içiyordu sesi/ Uyku mu çağırıyordu sesi/ Onun için görmek istemem/ Ölümü içen sessizliği/Uykunun çağırdığı sesi de…”

Kısacası;  döverek öldürdüğünüzde öldürdükleriniz bitmiyor, aksine çoğalıyor…

Yayınlanma tarihi

10 February 2014

Kategori Listesi

Etiket Listesi