Mardin’de iki çift plastik, kirli, kanlı terlik ayrı kapıların önünde duruyor.
İşaret edenler, işaret ediliyor.
O küçük, güzel, parlak gözleri söyleyenler, en ağır küfürleri işitiyor.
“Düşman” olarak kodlanıp, listelerde yer ediyor.
İki ayrı kapının önündeki plastik, kirli terliklerden kan damlıyor.
Ve o kanı tanıyanlar, o güzelim sabahlarında o gözleri yeniden anımsamayı istemiyor.
* * *
Mardin Midyat, 1995.
Midyat’tan hareket eden dolmuş, ağır aksak Çalpınar köyüne yol alıyordu.
Herkes susmuş, kurak yaz ayından sonra ferahlayan kan kokmuş coğrafyanın alışılmışlığında “neyi anımsadığını bilmez” boş gözlerle dışarıyı izlerken, bir tek Fatma konuşuyordu.
Sadece 11 yaşındaki Fatma.
Birazdan teyzesinin evine gidecek, köyde kimler olacak, ne oyunlar oynayacaktı?
Dedesi, elini sıkıyor, arada bir birkaç soruyu yanıtlayıp, yeniden önüne dönüyordu.
Umursamıyordu Fatma.
Ne sessizlik, ne coğrafyanın tekinsizliği, ne geride kalan fakir yaz.
Oyun oynuyordu
14 Ekim’de, Çalpınar köyünün etrafında alışılmış asker kontrollerinin dışında silahlar, bombalar patlamaya başladı.
Nereden geldiği hala bilinemeyen ve on yıllardır köyde, kasabada, kentte gelen ihbarlardan biri daha.
Fatma eve saklanamadı.
Silahlar köye doğru patladığında, ayağında terlikleri, henüz oyundaydı.
Diğer çocuklar kadar hızlı kaçamadı.
Sırtına geldiğinde kurşunlar acıyı bile kavrayamadı.
Köy toprağıyla kirlenmiş eşofmanıyla düştü toprağa, plastik terlikleri ayağında.
Her şey birkaç saniyede bittiğinde, artık alışılmış bir cümlenin kayıp öznesiydi Fatma.
“Çalpınar köyünde 3 terörist öldürüldü, çıkan çatışmada.”
Mühim mevzuat gereği, savcı çağrıldı Çalpınar’a. Otopsi yapıldı küçük Fatma’ya.
Savcı, düzenledi tutanağı uygun biçimde kanuna:
“Bir otuz santimetre boylarında 45 kilo ağırlığında, 13-14 yaşlarında, kumral saçlı, buğday tenli, kahverengi gözlü, bakire, tam teşekkül bir kız çocuk cesedi olduğu görüldü. Üst kısmında açık kahverengi gömlek, onun altında beyaz renk iç çamaşırı olduğu, alt kısmında karışık renkli etek, pembe eşofman olduğu, ayaklarının çıplak olduğu, olay yerinde her iki ayağının yanında da terlik olduğu görüldü.”
Fatma gömüldü, tanımadığı o iki adamla yan yana.
Köy boşaltıldı bir müddet sonra.
Sadece uzak bir hatıra olarak kaldı Fatma.
Ve o kadar yakıcıydı ki o hatıra, ailesi korktu nüfus müdürlüğüne gidip, “öldü” diye kayıt tutmaya.
2009’da bir seçmen kağıdı geldi babasına.
Yaşasaydı oy kullanacaktı ve milletin iradesinin bir parçasıydı.
Ölü diye kayıt olmadığına göre, Fatma bulunmalıydı.
İlk kez ortaya çıkıp anlattı baba. Fatma Erkan diye bir kızı vardı, vurmuşlardı, gömmüşlerdi, bırakmışlardı orada.
Soruşturmak için değil, nüfustan düşebilmek için bulundu köy, açıldı mezar.
Ne o plastik terlik, ne o küçük eşofman. Unutulmuş bir mezardı sadece Fatma.
9 kurşun izi
Çok değil 9 yıl sonra, güzelim Mardin ikindisinde, bir ihbar daha düştü kritik telefonlara.
“Kızıltepe’deki o evde….”
Uğur daha 1 saat önce girmişti avluya. Kokusuna doyamadığı babası, yine evden bir şeyler yüklüyordu kamyona.
Bir şeyler içip hızlıca yardıma gitmişti ki babasına, silah sesleri geldi yeni çöken karanlıkta. Annesi suçlandı, Uğur’u son görüşünü, “dizleri üstüne çökmüştü, arkasında silahla duruyorlardı” diye anlattığında.
Polise göre ise bıyıkları terlemiş, nüfusa küçük yazılmış Uğur, dakikalarca kalaşnikof kullanmıştı, oğluyla birlikte ölen baba Ahmet Kaymaz gibi, çatışmada.
Ama sırttan sıralı 9 kurşun izini anlatamıyordu hiçbir savunma.
13 kurşunla vurulan Uğur’u vurduğu söylenen polisler, beklendiği gibi beraat ettiler “çok güvenli şehir” Eskişehir’deki duruşmalarda.
İhbara göre teröristleri evlerinde saklıyordu Kaymaz ailesi.
Ve o ihbarı teyit ediyordu “Hamza” kod adlı gözaltındaki birisi.
Uğraştı avukatlar, teyit eden kişi, Uğur’un öldürüldüğü 21 Kasım 2004’te değil, bir gün sonra gözaltına alınmıştı aslında.
Ama mahkeme için fark etmezdi, terörle mücadele bölgesinde olurdu bazı tarih hataları nasılsa.
Utanç verici karar
AİHM’ye gitti Uğur’un dosyası hemen sonra.
Yeni döndü, utanması kalanların utanacakları bir kararla.
Ağır tazminat bir yana, niye öldürdünüz, böyle müdahale mi olur dediler.
Dediler de onlar bilmez ki, “dört yanı düşmanlarla çevrili olduğunu, dış mihrakların bin bir oyun oynadığını” bu ülkede.
Elbette bir çocuk da kalaşnikofu ustaca kullanabilir sırtındaki kurşunlarla bu çemberde.
Ve çatışmaya hazırlanabilir ustaca, ayaklarında terlikle.
Turnalar göçtüler
Fatma Erkan 11, Uğur Kaymaz 12 yaşındaydı öldüklerinde.
Sıcak sarı evlerin üzerine ikindinin aşık gibi çöktüğü Mardin’de, yatıyorlar birbirlerinden habersiz.
Benzer iki fotoğrafları var uzanırken boylu boyunca çekilmiş devlet arşivlerinde.
Boyları en kabadayı tahminle 1,5 metre, yanlarındaki “kalaşnikofları” 85 santimetre.
Ve kanlı, kirlenmiş terlikleri, çocukluklarından kalma o saklı hazine.
Uğur, Fatma ve diğerlerinin çok önemi yok elbette mühim insanlar için bu bitmez hengamede.
Güzel gözlü turnalar, göçtüler.
Adaleti geçtik de bir yaz sıcağında usulca anımsayıp anmak içindir yazı, giderseniz Mardin’e.